50 dolara insanların alınıp satıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyayı, insanı, içimizdeki karanlık yandan ibaret sayanlar üretti. Biz böyle bir dünyada yaşamaktan utanıyoruz. Modern köleliğin olmadığı bir dünya mümkündür, biz bu dünyanın rüyasını uyanıkken de görmek istiyoruz.
stanbul’un en işlek semtlerinden birisi. Ülkemizde sadece sekiz saat kalacak yabancı turizm acentelerinden birisine giriyor ve şu soruyu soruyor: “Bir kız satın almak istiyorum, bana yardımcı olabilir misiniz?” Soru hiç garip karşılanmıyor. Hemen birkaç telefon görüşmesi yapılıyor ve yabancının isteğini karşılayacak süreç başlıyor. Aynı yabancının Bükreş’teki benzer isteği ise İstanbul’daki kadar uzamıyor. Gördüğü muameleden tir tir titreyen bir engelli kadın getiriliyor, buna karşılık istenen ikinci el araba fiyatından daha az bir miktar. Haiti’de aynı talep çok daha hızlı karşılanıyor. Teklif edilen dokuz yaşında bir kız çocuğu. Fiyat ise sadece 50 dolar. Hindistan’da üç nesildir karın tokluğuna köle olarak çalıştırılan adama göre pahalı ama… Yine aynı bölgede açlık korkusu ile oğlunu satan kadına göre de ucuz sayılmaz sonra...*
Ne kadar farkındasın bilmem ama böyle bir dünyada yaşıyoruz. İnsanın hala bir meta gibi alınıp satıldığı bir dünya burası… Sana gözlerinin hayretle açılmış olduğunu farz ederek yazıyorum. Gözlerin kocaman, değil mi? Yüreğinde sıkışma var, değil mi? Bunu ümit etmek istiyorum. Bu tabloyu normal görmemelisin. Bu sıradan bir şey değil, kardeşim. Bunu sıradan görmemelisin. Yumrukların sıkılmalı farkında olmadan. Dişlerin gıcırdamalı. “Ne oluyoruz” demelisin. Başını ellerinin arasına alıp düşünmelisin…
Biz zaten bunun için geldik dünyaya, biliyor musun? Düşünmek, akletmek ve harekete geçmek için… Bize, kim olduğumuzu, bu dünyaya niye geldiğimizi ve buradan nasıl gitmemizi öğreten kitabımız, bakıp, görüp, ibret almamızı istiyor. Şahitler olmamızı istiyor. Kitabı gönderenin ve kitabı bize bildirenin yeryüzündeki şahitleri olmalıyız. Şahitlik, görmek, duymak, idrak etmek, sonra da tasdik etmek demek… Ne gördün, ne duydun, neye şahit oldun, bir baksana! Nasıl bir tabloya şahit olduğunun ve bunun ne anlama geldiğinin farkında mısın?
Böyle bir dünyada yaşamaktan utanmalısın, kardeşim. Biz böyle bir dünyada yaşayalım diye gelmedik. Biz insanın insana köle olmadığı/yapılmadığı bir dünya kurmak için geldik. Evet, biz dünyayı yeniden kurmak için geldik dünyaya. Halife olmak, vekil olmak bu, biliyor musun? Allah adına, Allah için, Rabbani işler yapmak demek halifelik… O’na naip olmak demek… O’nun adına, O’nun yarattıkları üzerinde tasarrufta bulunmak demek… Biz bunun için geldik dünyaya. O’nun istediği gibi yaşayalım ve O’nun istediği gibi yaşatalım diye… İyilik hâkim olsun, kötülük kalmasın diye… Dünya adaletle yönetilsin, insanlar sadece Rabbe kulluk etsinler diye… Kullar, kullara, hazza, paraya, makama, mevkiye, statüye kul olmasınlar diye…
Sana darmadağınık olduğun ümidiyle yazıyorum bu yazdıklarımı. Okudun, şahit oldun ve darmadağın oldun değil mi? Bunu ümit edebilmeliyim. O kadar da kötü değiliz; o kadar umarsız, o kadar aman sendeci değiliz, biliyorum. Biliyorum sen oradasın ve beni anlıyorsun. Bunu biliyorum, çünkü kendimi bilmiyor değilim. Ben bu zamanın çocuğuyum. Tıpkı senin gibi… Ortalıkta dolaşan sevinçlerden, üzüntülerden, dertlerden, ümitlerden bağımsız bir hayatım olmadı benim… Ama vazifemin şahitlik olduğunu da bildim ben. İyiliği yaymak, kötülüğü engellemek gibi bir görevimin olduğunu da öğrendim. Adına dava denilen, Allah’ın ismini, isimlerin, cisimlerin ve tüm kesimlerin üstüne çıkartmak görevinin, boynumun borcu olduğuna iman ettim. Seninle bu satırlarda buluşuyorsam, biliyorum ki beni duyuyorsun, oradasın ve anlıyorsun. Sana bu ümitle sesleniyorum ve biliyorum ki sen orada oldukça ümit bitmez.
Sana bu zamanın bir çocuğu olarak sesleniyorum, bu zamanın sözlerinden başka heybemde ne var ki? Sana yeni ne söyleyebilirim ki? Evet, görmek istemediğimiz ve fakat gerçek bir tablo sundum nazarına. Ne yapmanı bekliyorum peki? Bir şey yapmanı bekliyor muyum? Koca koca, deve dişi gibi, lacivert takımlı, kırmızı kravatlı adamların, vicdana giden bağlantıları kurum bağlamış afilli kurumların yapamadığını senden mi bekleyeceğim? Beklentilerimi, klişelerin, köhne sınıflandırmaların ve basit tasniflerin sıradanlaştıran, doğmadan öldüren, başlamadan bitiren hesapçılığına feda etme korkusu içerisinde şunu ifade edeyim ki senden hep daha fazlasını bekledim. Hep daha fazlasını: Bu zamanın ötesinde, birlikte oluşturacağımız bir zamanın rüyasını hiç unutmayacaksın, biliyorum. O rüyayı gördüğün uykuyu hayatın yap, o uykudan hiç uyanma! Sana yeni bir şey söyleyemem belki ama yeni bir dünya tasarlamalıyız dediğimde eski ya da mevcut bana ne diyebilir ki? Şüphesiz biz bu zamanın çocuklarıyız, şüphesiz yaşamak istediğimiz dünyamızın tohumları bu zamanda atılacak. Ama biz rüyası, davası, derdi olanlar, hep farklı olacağız, farklı kalacağız. İçimizde hep bir değişme ve değiştirme direnci olacak. Böyle gelmiş, böyle gider demeyeceğiz. Dünyanın ve bu kirli düzenin değişmesini gerektiğine dair o irademiz hep diri kalacak. Aşkımız, imanımız, sevgimiz kadar öfkemiz, buğzumuz ve nefretimiz olacak. “Adam sen de aldırma geç, git” demeyeceğiz. Sevdiklerimiz kadar sevmediklerimizle, istediklerimiz kadar istemediklerimizle ayakta kalacağımızı unutmayacağız.
Yaşamak istediğimiz dünyayı önce içimizde, zihnimizde, gönlümüzde kuracağız. İçini imar edemeyenlerin dışarıya verecekleri bir şey yoktur. Yaşamak istediğimiz dünyada istemediklerimizi önce içimizde, zihnimizde ve gönlümüzde ıslah edeceğiz. İçini ıslah edemeyenlerin dışarıda düzeltecekleri bir şey yoktur.
Evet, 50 dolara insanların alınıp satıldığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünyayı, insanı, içimizdeki karanlık yandan ibaret sayanlar üretti. Biz böyle bir dünyada yaşamaktan utanıyoruz. Modern köleliğin olmadığı bir dünya mümkündür, biz bu dünyanın rüyasını uyanıkken de görmek istiyoruz. Dünya benimdir, dünya bizimdir, dünyanın gidişatından ben sorumluyum, biz sorumluyuz diyenler modern kölelik meselesini de gündemlerine almalıdırlar.
Kölelik ayaklarımızın altında…
* Tüylerimizi diken diken eden bu tabloları gözümüzün önüne seren Ben Skinner isimli Kanadalı bir gazeteci. Yaşadıklarını “Vahşi Bir Suç: Modern Zamanların Köleliği ile Yüzleşmek” (A Crime so Monstrous: Face-to-Face with Modern Day Slavery) adlı kitapta kaleme almış.
Mehmet Lütfi Arslan
gencdergisi.com
0 yorum:
Yorum Gönder