11 Ocak 2013 Cuma


Konuşanlar:
ABDULLAH YALNIZ / ESRA KILAVUZ

Prof. Dr. Selahattin TURAN; Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını ABD’de Ohio Üniversitesi’nde uygulamalı davranış bilimleri ve eğitimde liderlik alanında  tamamladı. Turan, birçok ulusal, uluslararası dergilerde editörlük ve hakemlik yapmakta olup, onlarca kitap bölümü ve makalesi bulunmaktadır. Şu anda  Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Ana Bilim Dalı’nda öğretim üyesidir. Hocamızla gençlik, gençlerin  kızıl elması ve eğitimle ilgili konuları konuştuk...

ğlence söz konusu olduğunca yığınla genç harekete  geçiyor ama insanlık ya da ülke yararına bir şeyler yapılacağında  sınırlı sayıda genç faaliyette bulunuyor. Örneğin stadyumlar veya konser alanları tıklım tıklım doluyken, faydalı  çalışmalar yapmaya çalışan gençlere baktığımızda bir elin parmaklarını geçmiyor. Neden?

Sorduğunuz soru, aslında Türkiye’nin medeniyeti ile ilgilidir. Doğu toplumlarına, sosyolojik açıdan kolektivist toplumlar  diyoruz; Batı toplumları ise bireyselcidir. Batı’da, yıllardır, serbest piyasa ekonomisi ve liberalizmin ön plana çıkardığı  bazı değerler var: Özgürlük, bireysellik, kendi çıkarını düşünme gibi… Oysaki bizim toplumumuz daha çok başkalarını ve toplumu düşünme, ülkenin geleceğine dair tasarımlar yapma üzerine kuruludur.

Fakat Türkiye’de de son yüz yıldır ısrarla Batı’nın liberal ve bireyselci değerleri özgürlük adı altında verilmektedir. Yani şu anki durum, eğitim sisteminin de bir sorunudur. Başta üniversiteler dâhil olmak üzere, ortaöğretim ve ilköğretimde, çocuklarımıza hayatı bir  bütün  olarak algılama ve bir amaç doğrultusunda yaşama ülküsü kazandıramıyoruz. Okullarımız ve üniversiteler; birer yaşama ve  öğrenme alanı olmaktan çıkarak, diploma dağıtılan ve çocukların o diplomayla iş bulması üzerine kafa yordukları mekânlara  dönüşmüştür. Bu durum sadece gençliğin bir sorunu değildir; toplumsal bir sorundur ve eğitim sisteminin de bir sorunudur.

Bugün gençlerimiz geleceği çok düşünmüyorlar. Şu anda on yaşında olan çocuk, yirmi yıl sonra otuz yaşında olacak ve bu gidişle en büyük sorunu kendi kendini yönetememe olacaktır. O bakımdan eğitim sistemlerinin, sosyal etkinliklerin, üniversitelerin,  anne-babaların çocuklara; kendi kendini yönetebilme, bağımsız ve özgür bir birey olarak varlığını sürdürebilme becerisi  kazandırması gerekiyor. Yani hayatı bir bütün olarak algılayamayan çocuklar, tek boyutlu bir hayata doğru yöneliyorlar.

Gençler olarak facebook, twitter gibi sosyal paylaşım platformlarında çok fazla vakit harcıyoruz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Elektronik ortamdan ve gelişen dünyadan bağımsız yaşamamız mümkün değil. Fakat onu kullanabileceğimiz beceri ve bilince de  sahip olmamız gerekiyor. Meselâ 12 yaşına kadar çocukların internet, facebook ve benzeri şeyleri anne babalarının kontrolünde  kullanmasında fayda var. Dünya değişiyor, değişen bu dünyadan çocukların/gençlerin bağımsız yaşamaları imkânsız. Bir de şu var,  yeryüzünde artık bilgiyi biriktirenler değil bilgiyi paylaşanlar kazanıyor.

Bugün yeryüzünde aradığınız her türlü bilgiyi, otuz yıl önceye  göre nerdeyse %80’ine elektronik ortamda ulaşabiliyorsunuz. Artık bir insana “ayaklı kütüphane” dediğiniz zaman bu kötü bir iltifat  olarak algılanıyor. Çünkü artık bilgi her zaman, her yerde ve her an ulaşabileceğiniz bir nesne hâline dönüşmüş durumda. Ev  ortamındaki çocuklar internetten, hayatı bir bütün olarak algılama ve öğrenme alanı olarak faydalanırlarsa bu çok iyi bir şey.

Diğer taraftan bu sosyal medya ağlarında, kendi toplumumuzun değerlerini, inançlarını, kültürünü, birikimini paylaşırsak iyi olacağı kanaatindeyim. Gençler de bu tür sosyal iletişim ağlarını eğitsel amaçlı kullanabilirler. Örneğin öğretmenler için bütün materyallerini  paylaştıkları bir ortam oluşturulabilir ya da bütün Osmanlı arşivleri elektronik ortama taşınabilir ve bütün dillere çevrilebilir. Veya  Türkiye Cumhuriyeti’nin, Selçuklu, Osmanlı ve Eski Türkler’in bütün tarihsel birikimi ve müzeleri elektronik ortama aktarılabilir.  Ankara’daki ve İstanbul’daki bütün müzeler sanal müzelere dönüştürülebilir ve tüm insanlıkla paylaşılabilir. Bütün insanlığın bilgisi ve birikimi bile bu elektronik ortama taşınabilir.

Bu açıdan baktığınız zaman internetin hayata müthiş bir katkısı var. Meselâ odamda oturup, başka ülkedeki bir akademisyenle ortak  makale yazabiliyoruz. Ya da dünyanın herhangi bir yerinde yazılan bilimsel bir makaleye, aynı anda ben buradan ulaşabiliyorum. Yani  artık bilgiye ulaşmak sorun değil; bilgiyi teknolojiye çevirmek, onu ülkenin lehine kullanabilecek bir emel içinde olmak gerekli…

Bütün dünyadaki değişimlere olumsuz bakma yerine olumlu yönlerini ön plana çıkardığımız zaman zaten olumsuz yanları arka  planda kalacaktır diye düşünüyorum. Önemli olan gençleri veya Türkiye halkını, kitle iletişim araçlarını olumlu yönde kullanmaya  yönlendirmektir.

Her milletin bir kızıl elması varsa öğrenci milletinin kızıl elması sizce ne olmalıdır?



Her milletin bir kızıl elması varsa öğrenci milletinin kızıl elması sizce ne olmalıdır?

Özellikle üniversiteliyseniz: Yaptığınız her işte kendi ve ülkenizin üstün yararını düşünmek, sonra da insanlığı düşünmek şeklinde bir  hedefiniz olabilir. Türkiye’nin daha yaşanılabilir, daha güçlü, daha zengin, daha paylaşımcı, daha özgürlükçü bir ülke olması ülküsüne hizmet eden eylemler içinde olabilirsiniz.

Her öğrencinin şunu bilmesi gerekiyor. Kendisi özgür bir varlıktır ve üstün bir  varlıktır. O bakımdan gençlerin iki şeyi içselleştirmeleri lâzım: Kendilerine güvenmeleri gerekiyor, ikinci olarak da içinde yaşadıkları  topluma güvenmeleri gerekiyor.

Bugün çocuklar apartmanlarda yaşıyorlar ama apartmanlarda hayatı öğrenemezsiniz. Apartmanlar  çocukların yaşantılarını tek boyuta indirgedi. Aslında bizim kültürümüzde, apartman yoktur. Evler bir-iki katlıdır ve mutlaka bahçesi ile  avlusu olmalıdır. Bunun nedeni şu: Evdeki çocuk ve yaşlı ayağını toprağa basacak… Yani topraktan geldik toprağa gidiyoruz gibi bir  anlamı da vardır bu mimarinin. Türkiye’de yapılan araştırmalarda halkın %92’si müstakil evi olmasını istiyor. Bu çok güzel bir taleptir.  Çocuğun kendini öğrenmesi için oyun oynaması, sokaklarda düşüp kalkması gerekiyor.

Kampüslerde; manevi değerlere sahip, dünyayı tanıyan öğrencilerden oluşan yeni bir nesil doğuyor. Fakat yeterince hareketli değiller, çekingenler ve kampüse ait değilmiş gibi yaşıyorlar. Okulu sahiplenmekten ve bir hayat alanı olarak görmektense, “kazasız belasız mezun olayım da kurtulayım” diye düşünüyorlar. Niçin böyle oluyor?

Türkiye’de çok ciddi bir şekilde nesiller arası kopuş yaşanıyor. Biz birtakım değerleri büyükannemizden ve büyükbabamızdan, sonra annemizden babamızdan öğrenerek içselleştiririz. Türkiye’de  aile yapısının yavaş yavaş liberalleşmesi, dağılıp çekirdek aileye dönüşmeye başlaması sonucu bu durum ortaya çıkmıştır.

Bence ülkemizdeki en şanslı nesil, 2000 sonrası doğan nesildir. Hatta onu 1995’e kadar getirebiliriz. Bu nesli Z nesli olarak tanımlıyoruz. Bu neslin bazı özellikleri var: aşırı bireyselci, egoist, internet  odaklı, bireyselci, anne babasına itaat etmeyi sevmeyen. Aslında biz bunları biraz olumsuz özellikler olarak görüyoruz ama bu yüzyılın öngördüğü insan da, yani gençler de toplumsal  değişimden ve hayattan bağımsız değil.

Yani bu gençleri çok iyi eğitebilirsek ve bütün kaynaklarımızı bu gençlere yönlendirebilirsek, gençlerin çok iyi bir potansiyelleri olduğu kanaatindeyim. O söylediğiniz “kendisini, milletini, ülkesini ve  insanlığı düşünen bir nesil” yetiştirebilmemiz için, o ülküye hizmet edecek eğitim sistemleri ve üniversiteler kurmamız gerekiyor. Çünkü üniversitelerimizde çok nitelikli gençler de var ama şunu düşünün: Üniversiteye gelenlerin birçoğu ilk tercihlerini kazanamıyor yani istemediği bölüme geliyor.

Diğer yandan üniversitelerimizde bölümler arası yatay geçiş esnekliği henüz sağlanamadı. Oysa bence isteyen istediği bölümü okuyabilmelidir. Liseyi bitiren her çocuk üniversite okuyabilir. Bunları sınıflamanın, yaftalamanın, dışlamanın gereği yok. Çocuk 4 tane fazla soru cevaplayamadığı  çin istediği bölümü okuyamıyor.

Sizce, bir insanın 25 yaşını geçmeden mutlaka yapması gereken 5 faaliyet nedir?

Aslında güzel bir soru ama 25 yaş çok geç. Burada çocuğun yapması gerekenden ziyade belki anne ve babanın yapması gereken ve okulun yapması gereken, ondan sonra çocuğun yapması gereken şeyler var. Anne babaların çocuğun özgür bir  ortamda yaşayacağı ama koruyucu olmayan platformlarda yetiştirmeleri gerekiyor. Okulların da sadece akademik başarıların ön plana alındığı değil insani değerlerin öncelendiği ve çocukların çok yönlü olarak kendilerini keşfedebildiği birer yaşama ve öğrenme alanı olması gerekiyor. Yani meslekten önce çocuğun veya gencin iyi insan olması, kendisini tanıması, kendisini ifade etmesi gibi birtakım şeyleri öğrenmesi gerekiyor.

Bence gençlerin 25 yaşına kadar mutlaka okumayı bir alışkanlık hâline getirmeleri gerekiyor.

Gençlerin öncelikle kitap okumaları gerekiyor. İkincisi içinde yaşadıkları toplumu, toplumun geçmişini, tarihini ve değerlerini çok iyi tanımaları, onunla ilgili temel kaynakları okumaları ve doğru bir okuma alışkanlığı kazanmaları gerekiyor. Hem  Doğu hem Batı klasiklerinin hem de İslâm klasiklerinin en azından temel olanlarını okumaları gerekiyor. Üçüncü olarak mutlaka dil öğrenilmeli… Kendi geçmişimizi anlamak için Osmanlıca ve Batı’yı anlamak için de iyi derecede İngilizce öğrenmelerinde yarar var. Fransızca ve Almanca gibi diller artık önemini kaybetmiştir.

Son olarak, Genç Dergi okurlarına neler söylemek istersiniz?

Gençlerin 21 yüzyılın öngördüğü yaşam becerilerini, medya okuryazarlığı ve bilişim okuryazarlığı becerilerini içselleştirmeleri ve zamanın çok hızlı geçtiğinin farkında olmaları gerekiyor. Yani bugün öğrendiklerimiz 3 yıl sonra eskiyecek, ona göre  kendimizi hazırlayalım. Bir de gençlerin ömür boyu öğrenmeyi bir hayat tarzı hâline getirmeleri gerekiyor. Öğrenmeyi bıraktıkları zaman hayatı bıraktıklarının farkında olmaları gerekiyor diye düşünüyorum.

gencdergisi.com




0 yorum:

Yorum Gönder